Mahir Çayan - Revizyonizmin Keskin Kokusu II
Mahir Çayan - Revizyonizmin Keskin Kokusu II
Mahir Çayan
Mahir Çayan'ın bu yazısı, ilk kez 19 Ağustos 1969 tarihinde Türk Solu dergisinin 92. sayısında yayınlanmıştır.
İçeriği
"Lenin'in düşüncesini anlama çabası geliştirilirse, sevinç duyarım." Kenan Somer
- I -
Geçen sayıdaki yazımızda, Lenin'in "Devlet ve İhtilâl" eserini Emek Dergisinde tanıtan Somer'in, Marksistler için tekelci kapitalist dönemde evrensel geçerliliğe sahip olan "Leninist Devrim Teorisi"ni nasıl tahrif ettiğini ve bu işlemi de nasıl bir yöntemle yaptığını açıkladık. Bu yazımızda ise, Lenin'in "iki devrim arası taktik ve şiarlarının" ve de Mao Tse Tung'un "Yeni Demokrasi" eserinin aynı yöntemle Somer tarafından nasıl tahrif edildiğini ortaya koyacağız.
"Lenin, Devlet ve İhtilâl'i hangi tarihi konjonktür içinde
yazdı? Günün başlıca stratejik ve taktik meseleleri neydi? Kitabın önemi
ancak bu çerçeve içinde doğru olarak değerlendirilebilir. Kitapta genel
bir geçerlilik taşıyan doğruların yaratıcı bir biçimde kavranabilme
olanağını, ancak böyle bir değerlendirme sağlayabilir." (Emek, Sayı: 5, s.14) diyen Kenan Somer, Şubat ve Ekim devrimleri arasındaki sürenin kısa bir tahlil ve yorumunu yapmaktadır.
Kenan Somer'in yukarıdaki sözlerine bir itirazımız yoktur. Çünkü
söylenenler, genel planda bütün sosyalistlerin kabul ettiği
gerçeklerdir.
Bizim itirazımız, Kenan Somer'in bu giriş önerisine değil, bu
öneriden sonra yapılan iki devrim arası Leninist taktik ve şiarların
Somer'vari yorumlanmasınadır. Bay Somer'in bu yorumu öyle başarılı ki
(!), öyle başarıya ulaşıyor ki, bu yorumu okuduktan sonra, Leninizmin
ruhuna, "amin" demek zorunluluğunu duyuyor insan. Öyle bir yorum ki,
yorumun temelinde revizyonizm çöreklenmiş sırıtıyor. İşte bizim
itirazımız, sol gösterip de, sağ yumruğunu havaya kaldıran revizyonizmin
tahrifatınadır.
Bay Somer'in Leninizmin iki devrim arası taktik ve şiarlarına
ilişkin tahrifatına geçmeden önce, şunu belirtmek gerekiyor. Gerçekten
"Devlet ve İhtilâl" kitabındaki "Devlet" ve "İhtilâl" teorilerinin
sağlıklı olarak kavranabilmesi için mutlaka 1917 iki devrim arası
konjonktürünün açıklanması zorunludur. Zorunludur, ama tek başına
yeterli değildir. Sağlıklı olarak kavranmasının sadece bir koşuludur.
Yalnızca bu dönemin yorumlanması ile yetinirsek hiç bir şeyi açıklamamış
oluruz, Lenin'in "İhtilâl ve Devlet" teorilerinin gerçek yörüngesine
oturtulmasında.
Emek'ci yazar, iki devrim arası olaylarını betimledikten sonra,
"İşte Devlet ve İhtilâl, Razliv kıyısındaki kulübede, Ağustos- Eylül
1917'de, bu ortam içinde yazıldı" diyerek kanımızca tahrifatını daha
tutarlı yapabilmek amacı ile okuyucuyu dar bir kalıba, dar bir bakış
açısına sokmaya çalışmaktadır.
Oysa, bilindiği gibi bu eser yalnız 1917, 2. Demokratik devrimle
sosyalist devrim arasındaki sürenin bir ürünü değildir. Bu eseri Lenin,
1905 demokratik devriminde ve ondan sonraki yıllarda, özellikle I.
emperyalist savaşta Marksizme açıkça ihanet eden "sosyal şovenler" diye
nitelendirdiği oportünistlerin ihanetlerini, bu yıllar boyunca
gözlemleyerek, irdeleyerek, Marks ve Engels'in "Devlet" ve "İhtilâl"e
ilişkin teorilerini tekrar tekrar okuyarak, ünlü mavi kaplı defterine
gerekli dökümantasyonları toplayarak yazmıştır. (Özellikle 1916'da
Kautsky'nin, Marksist devlet anlayışına ve "proletarya diktatorya"sına
ilişkin inkarları, Lenin'in bu eseri yazmasına ilişkin düşüncesinde çok
etkili olmuştur).
Kısaca özetlersek, bu eserdeki Marksist tezler, Leninizmin
oluştuğu kısa sayılmayacak bir devrenin sonucu, Marx ve Engels'in
önerilerinin derinleştirilmesinin ortaya çıkardığı tezlerdir. Ve kitabın
birinci baskıya önsözündeki "Bu kitap, 1917 Ağustos ve Eylül'ünde
yazılmıştır" sözünü bu açıdan anlamak gerekir. Sözün anlamı açıktır.
Kerensky polisi taraflından arandığı için kaçmış olduğu Razliv
kıyılarında, o zamana kadarki toplamış olduğu dökümantasyonlarını
derleyerek kaleme almıştır, Lenin. Bu nedenle bu kitap, yalnızca iki
devrim arası konjonktürüne dayandırılırsa, yanlış bir değerlendirme
yapılmış olur. Ki, bunu söyleyen Bay Somer, garip bir açmaza kendi
kendisini sokarak, bu kitap 1917 Ekim döneminden sonra yayınlandığı
için, devrim üzerinde etkili olmamıştır, demektedir. Geçen sayıdaki
yazımızda açıkladığımız gibi bu sözler, Lenin'in 1917 Ekim devrimine
doğrudan bir etkisi olmamıştır anlamına gelir ki, bu nefis (!)
değerlendirmeye bizim söyleyecek bir sözümüz yoktur.
Bay Somer'in yorumuna geçmeden önce, 1917'den oldukça gerilere
giderek, Lenin'in, Leninizmin özünü teşkil eden "örgütlenme"ye ilişkin
görüşlerini ve bolşevik örgütlenmesini, konumuzdan uzaklaşmadan kısaca
anlatmakta yarar görmekteyiz. Çünkü, Leninizmin Devrim Teorisi
"örgütlenme ilkesi" belirtilmeden kolay kolay anlaşılamaz.
1917 iki devrim arası, Leninizmin taktik ve şiarları ve de
Somer'in tahrifatı, kanımızca ancak böyle bir ön açıklamayla berraklığa
kavuşabilir.
- II -
Lenin, tekelci kapitalist dönemin, tekel öncesi döneminden farklılıklarını, değişik olan özelliklerini teşhis ederek, bu dönemin çelişmelerinin çözümlenmesi için gerekli teori ve taktikleri, Marx ve Engels düşünüşünü derinleştirerek formüle etmiştir.
Lenin'in, tekelci kapitalist dönemin çelişkilerinin, sosyalizme
dönüşünü sağlayan çözümlemesine ilişkin önerdiği teori, strateji ve
taktikler, Marx'ı mekanik yorumlayan ortodoks Marksizme karşı kıyasıya
verdiği teorik mücadelesiyle birlikte siyasi pratiği içinde
gelişmişlerdir. Bu nedenle Leninizmi, Marksizmin evrensel tezleri olan
"Devlet" ve "İhtilal" teorilerini bu anlayış içinde ele almak gerekir.
Marx'ın "son analizde ekonomi siyasayı belirler" görüşünü yanlış
yorumlayarak, Marksizmi evrimciliğe indirgeyen, Marksist diyalektiğin
devrimci ruhunu, nane ruhu haline getiren literatürde "Ekonomizm",
"Ortodoks Marksçılık", "Kaderci Marksistler" vb. adlarıyla anılan
oportünizme karşı, Lenin'in verdiği amansız mücadele, Leninizmin teori,
strateji ve taktiklerinin tümünde yansır.
Marksizmi, pasif bir kaderciliğe, 'evrimciliğe' dönüştüren,
"Rusya gibi az gelişmiş kapitalizmin var olduğu bir ülkede proletarya
devrimi olanaksızdır, bu nedenle kapitalizmin gelişmesini ve sosyalist
devrim için gerekli şartları yaratmasını beklemek zorunludur" diyen
"objektivizm"e karşı Leninizmin tavrını açıklamadan, ne
"Marksist-Leninist sürekli devrim teorisi", ne de "Devlet ve İhtilal"
teorileri açıklanabilir.
Leninist örgütlenme, objektivizme, "trade-unioncu kendiliğinden
gelmeciliğe" karşı emperyalist dönem çelişkilerinin doğru analizinin
oluşturduğu bir tepkidir.
Özellikle, "Bir Adım İleri, İki Adım Geri", "Ne Yapmalı"
eserlerinde Leninist örgütlenme kesin bir ifadeyle Lenin tarafından
açıklanmaktadır. Bilindiği gibi amaca varmak için takip edilmesi gereken
yola göre örgütlenme şeması çizilir. Diğer deyişle örgütlenme, genel
bir hareket planının statik bir ifadesidir.
Trade-unioncu= kendiliğinden gelmeciliğin, küçük-burjuva
reformizmine varacağını, sosyal demokrasinin (Marksizm-Leninizmin)
öncülüğünü kabul etmeyen bir hareketin kaçınılmaz olarak küçük-burjuva
hareketi olarak kalacağını ve işçi sınıfının, spontane bilinciyle en
fazla sendikacılık bilincine sahip olabileceğini, bu nedenlerden dolayı
proletaryaya ancak dışarıdan bilinç verilebileceğini söylemektedir
Lenin. Proletaryaya dışardan bilinç ise, kendi kendini adamış, mesleği
devrimcilik olan, az sayıda partizandan oluşan öncü, teoriyi eylem
kılavuzu kabul etmiş, demokratik merkeziyetçi bir ihtilâl partisi
tarafından verilebilirdi.
Ancak böyle bir parti aracılığıyla, siyasi bilince sahip olma
imkanını bulabilecek olan "proletarya ordusu" tekelci dönemin çok
güçlenmiş olan bürokrasisi ve militarizmini alaşağı edebilirdi.
Marx'ı mekanik yorumlayan, dolayısıyla tekelci kapitalist dönemin
çelişkilerini yanlış analiz eden ortodoks Marksizmin, tahlildeki
yanlışlıkları örgütlenmeye ilişkin görüşlerinde de yansıyordu, doğal
olarak.
Ortodoks Marksizm'i yerel, "adem-i merkeziyetçi" aşağıdan yukarı
doğru örgütlenmiş, geniş tutulmuş, non-partizan, legalitesi ağır basan
işçi örgütleri fikrini savunuyordu. Sonradan bu görüş "Sovyetler"i
meydana çıkaracaktır. (Özellikle Ortodoks Marksist, menşevik
örgütlenmesinin teorisyeni Axelrod bu örgütlenme şemasını şiddetle
savunuyordu, Lenin'e karşı).
"Oportünist Sosyal Demokrasinin örgütlenme prensipleri
aşağıdan yukarıya doğru örgütlenme usulünü izler ve bu yüzden mümkün
olduğu kadar (aşırı bir şevkle) anarşizm noktasına varan özerkliği ve
demokrasiyi yeğ tutar. Devrimci Sosyal Demokrasinin örgütlenme
prensipleri ise, yukarıdan aşağıya doğru örgütlenme usulünü izler, bu
yüzden de parçalarla ilişkide merkezin gücünün ve haklarının
genişletilmesinden yanadır". (Bir Adım İleri, İki Adım Geri, sy. 232-233, Lenin, Sol Yayınları).
Leninist örgütlenme, Leninist devrim teorisinin nasıl an1aşılması gerektiğine açıklık getirmektedir.
"Silah kullanmasını öğrenmeye çalışmayan, silah sahibi olmaya
çaba göstermeyen baskı altında bir sınıf köle muamelesi görmeyi hak
etmiş demektir" [1*] demektedir, Lenin.
Leninizm için önemli olan tek şey Devrimin esenliğidir. Yalnız
devrimin esenliği en yüce yasa veya savaşçı yollardan sosyalizme geçiş
Leninizmin sorunu değildir.
Lenin'e göre, bir ülkede "proletarya ihtilâlinin" objektif ve
subjektif şartların (ülkenin iktisadi düzeyi ile proletaryanın bilinç ve
örgütlenme düzeyi) ihtilâl için uygun olması gerekmektedir. I.
Demokratik devrimde, hemen iktidarın ele geçirilmesini ve proletarya
diktatoryasının kurulmasını önerenlere Lenin'in cevabı açıktır; "Rusya'nın
ulaşmış olduğu iktisadi gelişme (objektif şartlar) ve geniş proletarya
yığınlarının ulaşmış oldukları bilinç ve örgütlenme derecesi (objektif
şartlarla kopmaz bağları olan subjektif şartlar) işçi sınıfının şu anda
ve tam olarak kurtuluşunu imkansız kılmaktadır. (...) İşçilerin
kurtuluşu, işçilerin kendilerinin eseri olacaktır, yığınların bilinci ve
örgütlenmesi olmadan, yığınları hazırlamadan ve eğitmeden, bir
sosyalist devrim söz konusu olamaz." (İki Taktik, sy. 20-21, Lenin, Sol Yayınları)
Lenin'in örgütlenme, devrim gibi Leninizmin temellerini meydana
getiren düşünceleri, Ortodoks Marksizmi tarafından hiç anlaşılmıyor ve
Lenin Marksizmden sapmış bir sapık, diktatörlüğe özenen bir
küçük-burjuva devrimcisi, Blanquist gibi suçlamalara hedef oluyordu.
1917 Şubat Devrim'inden sonra, "bolşevik" saflara geçerek Leninizmi benimseyen Trotsky, (Trotsky'nin devrimci dönemi); "Tabiatıyla,
AYAKLANMA İÇİN EN UYGUN ŞARTLAR KUVVET İLİŞKİLERİNDE BİZİM LEHİMİZE
MAKSİMUM DÖNÜŞ OLDUĞU ZAMAN VAR OLUR. Burada, pek tabii, bilinç alanına,
yani politik üst yapı alanına giren kuvvet ilişkilerinden söz ediyoruz,
tüm devrim devresi boyunca, aşağı yukarı değişmeden kalacağını
varsayabileceğimiz ekonomik temellerden değil. Tek bir ekonomik temele
ve toplum içinde bir tek sınıf ayırımına dayanan kuvvet ilişkileri
proleter kitlelerin hayallerini yıkarak politik tecrübelerinin artması,
ara sınıf ve grupların devlet gücüne itimatlarının yıkılması ve en
sonunda devlet gücünün kendi kendine olan itimadını kaybetmesi oranında
değişime uğrar. Devrim sırasında bütün bu süreçler, yıldırım hızıyla yer
alır. TAKTİK KULLANMA SANATI ŞARTLAR BİRARAYA TOPLANDIĞI ZAMAN BİZİM EN
UYGUN ANI YAKALAYABİLMEMİZ DEMEKTİR." [2*] diyerek, Leninizmde amacın ne olduğunu, neyin hayati öneme sahip olduğunu tartışma götürmez bir biçimde açıklamaktadır.
Böyle bir ön açıklamadan sonra tekrar dönelim Bay Somer'in iki
devrim arası yorumuna. Ve Lenin'in önerdiği taktik ve şiarları nasıl ana
ereğinden saptırarak tahrif ettiğini sergileyelim.
- III -
10 Nisan tezinden bir tanesi olan "bütün iktidar Sovyetlere" tezini Bay Somer, şöyle yorumlamaktadır. (... ) "Geçici hükümetin halk tarafından silahlı bir ayaklanmayla devrilmesine bir çağrı teşkil etmiyordu. Çünkü geçici hükümeti zorla devirmeye kalkışmak, onunla mutabık bulunan ve onu destekleyen Sovyetlere karşı da ayaklanma anlamına gelirdi. Oysa ki Lenin'e göre, Şubat devriminden sonra, bütün iktidarın barışçı yoldan Sovyetlere geçmesi için, 'istisnai' bir imkan belirmişti. (...) Ama durum değişebilir ve parti iktidarı silahla almak zorunluğu karşısında da kalabilirdi. Bütün barışçı imkanlardan yararlanmakta israr eden Lenin, burjuva diktatoryasını silahlı ayaklanmayla yıkma yolunu da gözden uzak tutmuyor..." (Emek, Sayı: 5, sy. 15)
Gerçekten de "bütün iktidar Sovyetlere" şiarı, geçici hükümete
karşı silahlı bir ayaklanmaya çağrıyı içermiyordu, 1917 Nisan'ında.
Ancak bundan sonraki, Bay Somer'in sözlerine dikkat edelim.
İfade açık, Somer'e göre, barışçı yoldan geçiş için istisnai bir
imkan var olduğu için, Lenin sonuna kadar barışçı yoldan sosyalizme
geçişte direnmiş fakat en sonunda başka çare kalmadığı için zora
başvurmuştur.
İkinci bölümdeki ön açıklamadan anlaşılacağı gibi böyle bir
yorum, Leninizmin esprisine aykırıdır. Dolayısıyla böyle bir açıklama
bizzat Lenin'in düşüncelerine ters düşmektedir. Hatırlanacağı gibi geçen
sayıdaki yazımızda, "Kenan Somer Marksizmin ana eserlerini değil, kendi
oportünist düşüncelerini, Marx ve Lenin'in eserleriyle sergilemeye
çalışmakladır" diyerek Bay Somer'i, "bilimsel namus"a sahip olmamakla
suçlamıştık. Açıktır ki, Bay Somer'in bu yorumu, suçlamamızın açık ve
kesin bir kanıtıdır.
Ayrıca bu yorum, Lenin'i Dühring'in düzeyine indirgemektedir.
Öyle ya Dühring de sonuna kadar "barışçı yolda" ısrar etmenin
gerektiğini, ancak çok gerekli olduğu zaman "zor"a başvurulabileceğini
söylemiyor mu? Böyle bir yorumdan sonra Lenin'in, küçük-burjuva ideoloğu
Dühring'den ne farkı kalıyor?
Bilimsel objektifliğe sahip bir kişi, Somer'in yaptığı gibi değil
de, tanıtmaya çalıştığı bir eseri, bizzat o eserin sahibinin düşüncesi
ışığı altında yorumlamaya çalışır.
1917 iki devrim arası Lenin'in öngördüğü şiar ve taktiklere
açıklık getirmek, dolayısıyla "açık olan", "Somer tahrifat"ını
okuyucunun gözünde daha da somutlaştırmak için, bu dönemi kısaca
özetleyelim. (Meseleyi çok açık bir biçimde ortaya koymak için, bu
dönemin sadece konumuzla çok yakın ilişkisi olan şiar, taktik ve
olaylarına değineceğiz.)
3 Nisan'da Petrograd'a gelen Lenin'e göre, sosyalist devrim için
Rusya'nın objektif şartları hazırdı. Fakat subjektif şartlar hazır
değildi, çünkü işçi, köylü ve askerlerin örgütlendikleri sovyetlerde,
menşevik ve ihtilâlci sosyalistler hakimdi.
Yığınların gözünde sovyetlerin manevi otoritesi, Bolşevik
Partisi'nin manevi otoritesinden daha üstündü. Bu nedenle emekçi
yığınların karar organı olan sovyetlerin dışında girişilecek bir
ayaklanmanın "sol macera"dan başka bir şey olmayacağını düşünen Lenin
için sosyalist ihtilâl ancak sovyetlerin meşruluğu içinde söz konusuydu.
Yani sosyalist devrim için subjektif şartların olgunlaşması sovyetlerde
çoğunluğu sağlamak anlamına geliyordu.
Lenin, bu şiarla birlikte ılımlı sosyalistlerin (menşevik ve
ihtilâlci sosyalistler) gerçek renginin yığınlar tarafından
görüleceğini, böylece sovyetlerde çoğunluğun sağlanacağını düşünüyordu.
Çünkü sovyetlerde çoğunluğa sahip olan menşeviklerin, teorileri gereği,
bu şiarı kabul edip, ikili yönetime son vererek iktidarı omuzlamaları
imkansızdı. Çünkü menşevik teorisine göre; iki tip devrim vardır,
burjuvazinin yapacağı burjuva devrimi, proletaryanın yapacağı sosyalist
devrim; Rusya'nın içinde bulunduğu şartlar, proletarya devrimine uygun
olmadığına göre iktidar burjuvaziye ait olmalıdır. (1905) I. Demokratik
Devrim'e zorla giren ve durumu omuzlarına yüklenmiş bir ağırlık gibi
kabullenen menşevikler, I. Demokratik Devrim'den sonra bu devrimin
bozgunla sonuçlanmasını hep işçi sınıfının çok fazla ileriye gitmesine,
kendi taleplerini zorla burjuvaziye kabul ettirmeye kalkarak,
burjuvaziyi ürkütüp, kaçırdıklarına bağlamışlardı. 1917 Şubat
Devrimi'nden sonra tekrar aynı hatayı işlememekte kararlı olan
menşevikler elbette bu şiarı benimsemeyeceklerdi.
Ve bu düşüncenin doğal sonucu olarak menşevikler, ihtilâlci
sosyalistlerle birlikte Mayıs ayında, burjuva yönetimine, Geçici
Hükümete katıldılar.
Bu aylarda, bolşevik şiar ve taktikleri ise, subjektivizmi
hazırlamak için günün şartlarına göre çeşitli biçimler alıyordu. Slogan
ve öneriler hep menşevik işçileri, ihtilâlci sosyalistlerin peşinden
giden köylüleri hedef alıyordu. Ilımlı sosyalistlerin ihanetlerinin,
emekçi yığınlar tarafından anlaşılabilmesi için bıkmadan hergün çeşitli
ajitasyonlar ve girişimler yapılmaktaydı.
Bolşevikler tarafından bu evrede, iki ana slogan işleniyordu;
"Bütün iktidar sovyetlere", "Kahrolsun on bakan" ("Kahrolsun geçici
hükümet" değil, "Kahrolsun on kadet" şiarı işleniyordu. Çünkü burjuva
hükümette sovyetlerde çoğunluğa sahip olan ılımlı sosyalistler de yer
almakta.)
Baş1angıçta oldukça azınlıkta olan Bolşevikler, emekçi yığınların
özlemini dile getiren bu sloganları sürekli olarak işlemeleriyle ve bu
sloganlara uygun taktikler tatbik etmeleriyle giderek gelişmeye ve
güçlenmeye başladılar. Emekçi kitleler ılımlı sosyalistlerden
umduklarını bulamayınca, yavaş yavaş "Bolşevik" saflara geçmeye
başlıyorlar.
Ancak, ülkedeki güçler dengesine bakan Lenin'e göre daha VURMA
ZAMANI gelmemişti. Parti içinde bu gelişime bakarak derhal harekete
geçilmesini öneren "sol bolşeviklere" Lenin bir yandan itidal ve
beklemeyi önerirken diğer yandan da "... kafasında şu soruları
tartışmaktaydı, ZAMAN GELMİŞ MİDİR? Kitlelerin ruh hali Sovyet üst
yapısını aşmış mıdır? Sovyetlerin meşruluğu ile gözlerimiz bağlanarak
kitlelerin havasının gerisinde kalmak ve onlardan kopmak tehlikesiyle
karşı karşıya mıyız?" [3*]
Bu haftalar boyunca Lenin'in kafasında hep, "acaba zaman geldi mi?", "şartlar olgunlaştı mı?" soruları yer alıyordu.
Ve Ağustos ayı geldi.
Devrimden bu yana beş ay geçmişti. Bütün olumlu ge1işimlere,
emekçi yığınların hergün kitleler halinde bolşevik saflara katılmalarına
rağmen, Sovyetlerin üst kademelerinde bir değişiklik olmamıştı.
Burjuvazi saflarına geçmiş olan menşevik ve ihtilâlci sosyalistler hala
Sovyetlerdeki yukarı kademeleri ellerinde tutuyorlardı. Bu şartları
değerlendiren ve ihtilâl için subjektif şartların olgunlaştığını düşünen
Lenin, "Sovyetlerin meşruluğu ile gözlerimiz bağlanarak kitlelerin
havasının gerisinde kalıyor ve onlardan kopuyoruz" diyerek, hareket
komutunu veriyordu. "Köylülükle ittifak kuran proletaryanın iktidara
geçmesi". Bu şiarı atarken de Lenin, Sovyetleri kesinkes karşıya
itmiyordu; "Sovyetler yeni ihtilâlde ortaya çıkabilirler ve
çıkmalıdırlar. Fakat bugünkü Sovyetler değil, bunlar burjuvaziyle
uzlaşma organlarıdır. İktidarı proletaryanın kendisi ele almalıdır ..."
[4*]
Ağustos'un 26'sında, başlangıçta Kerensky'nin de desteğini almış
olan General Kornilov, Kerensky'yi de hedef alan bir "karşı-devrim"
teşebbüsünde bulundu. Kronstadt Bahriyelileri, işçi ve köylülerin aktif
karşı koymalarıyla bu karşı-devrim teşebbüsü bastırıldı.
Kornilov olayı sırasındaki bolşevik tavrını açıklamakta özellikle
yarar görmekteyiz. Çünkü Kornilov'a karşı bolşevik taktiği, kendisini
Marksist zanneden küçük-burjuva mezhepçilerinin bir türlü
anlayamadıkları "taktik esnekliğin" nefis bir örneğidir. Kornilov'a
karşı bolşevikler, kendilerine en sert metodları uygulayan ve Lenin'i
"Alman Casusu" diyerek tutuklamaya çalışan Kerensky hükümetiyle bile
güçbirliğine gitmişlerdir.
"Kronstadt Bahriyelileri, hapiste bulunan Troçki'yi ziyaret
ederek Kornilov'la birlikte, Kerensky'nin de 'çaresine bakmak' gerekip
gerekmediğini sorduklarında Troçki, düşmanlarını birer birer tepelemenin
daha doğru olacağını söylemişti onlara." [5*]
Ve Kornilov harekâtı bir dönüm noktası oldu. Burjuvazi olmaksızın
iktidarı devralmayacaklarını çok iyi bildiği ılımlı sosyalistlere
Lenin, onları artık sabırları kalmayan Sovyetlerdeki emekçi yığınların
gözünden iyice düşürmek için, Kornilov'la işbirliği yapmış olan
Kadetlerin de yer aldığı burjuvazi iktidarını derhal terkederek,
hükümeti tek başlarına kurmaları teklifinde bulunuyordu. Ilımlı
sosyalistlerin cevabı, Lenin'in düşündüğü gibi olumsuzdu.
"İsteğin menşevikler ve sosyal devrimciler tarafından kabul
edilmemesi, sözü geçen partileri, emekçi sınıfların gözünde telafi
edilmez şekilde küçük düşürmüştür." [6*]
Ilımlı sosyalistlerin ihanetlerini somut olarak görebilen
yığınlar bolşevik saflara geçtiler. Ve böylece bolşevikler ilk defa
olarak Sovyetlerde çoğunluğa, hem de ezici bir çoğunluğa sahip
oluyorlardı.
Tekrar, "Bütün İktidar Sovyetlere" şiarı ana şiar oldu.
Artık ihtilâl için bütün şartlar hazırdı. (Subjektivizm olmuştu)
"Tarih, enternasyonal proletarya ve Rus işçi sınıfı önünde, bütün
geleceği, silahlı ayaklanma kozuna bağlayarak tehlikeye atmaya hakkımız
yok" diyerek, kurucu mecliste mutlaka çoğunluğa sahip olunacağını
dolayısıyla barışçı bir yoldan sosyalizme geçilebileceğini savunan
Kamaniev ve Zinoviev'e karşı Lenin'in tarihi cevabı; "Kriz
olgunlaşmıştır ... Rus devriminin, dünya proletarya devriminin geleceği
söz konusudur. Beklemek bir cinayettir ... Gündemde AYAKLANMA yazılıdır.
Her gecikme ö1üm demektir. (Leninski Sbornik 239, 290, 293. CXXI)"[7*]
Ve "barışçı yoldan geçişi" savunan Kamaniev ve Zinoviev'in 2
oyuna karşılık on oyla Bolşevik Merkez Komitesi "silahlı ayaklanmayla
iktidarın ele geçirilmesi" kararını alıyordu...
Böylece 1917 iki devrim arası bolşevik şiar ve taktikleri
olaylarla birlikte kısaca özetlemiş olduk. Tabii bolşevik şiar ve
taktikleri özetlerken, bu arada Somer tahrifatını da iyice somuta
indirgeyerek, sergilemiş oluyoruz.
"FRANSIZCA" konuşma imkanı oluşturmak için, "ALMANCA" hitap etmek
zorunda olan "Lenin almancasının" Bay Somer tarafından nasıl "KUŞDİLİ"
yorumuna tabi tutulduğunu açıklığa kavuşturduk herhalde. (Bilindiği gibi
Marksist literatürde, Almanca konuşmak, örgütlenme ve subjektivizmi
hazırlama, Fransızca konuşma ise hücuma geçmek ve ayaklanma anlamında
kullanılır.)
- IV -
Marks, Engels, Lenin ve nihayet Mao Tse Tung...
Somer tarafından tahrif edilmeye çalışılan Marx, Engels ve
Lenin'den sonra Mao Tse Tung da, Emek'in 6. sayısında "Devrim Teorisi ve
Yeni Demokrasi" adlı Somer'in tanıtma yazısında aynı tahrifata maruz
kalıyordu.
Ama kapitalizmin 3. bunalım döneminde yaşayan Mao Tse Tung'u
tahrif etmek, tekel öncesi yaşamış olan Marx ve Engels'i tahrif etmekten
çok daha zordur. Çünkü Mao, Marx -Engels- Lenin düşüncesini,
kapitalizmin 2. ve 3. bunalım devrelerinin genel çelişkileri ile, bu
çelişkilerin Çin'de yansıması olan Çin'in özel çelişkilerini tahlil
ederek ülkesinin somut pratiğinin zengin deneylerinden faydalanarak,
derinleştirmiş ve Marksist Devrim teorisini "Dünya ancak tüfekle
değişebilir" sözü ile formüle etmiştir.
"İktidar tüfeğin ucundadır veya dünya ancak tüfekle değişebilir"
gibi anlatmak istediğinin dışında başka bir tarafa çekilmesi mümkün
olmayan "Marksist-Leninist devrim teori"sinin bu basit ifade biçimi
bile, Somer'in tahrifatına maruz kalmıştır. Tahrifte gerçekten cambaz
olan Bay Somer'in kalemi; son derece açık olduğu için tahrifi gayrı
mümkün ve Marksistlere göre evrensel niteliğe sahip olan Mao'nun bu
sözünü Çin'in özel durumuna bağlamaktadır. "Çin'in özel şartları, çok
özelmiş de, Mao ondan böyle söylüyormuş". Fakat Mao, yalnız Çin'e
ilişkindir demiyor ve dünyayı özellikle, üstüne basa basa belirtiyor.
Olsun, Bay Somer için zor mu yani "dünya"nın başına ufacık bir "Çin"
kelimesi ilave etmek. Ve böylece Bay Somer'in teoriye katkısıyla (!)
Mao'nun "dünya ancak tüfekle değiştirilebilir" sözü, "Çin'de dünya ancak
tüfekle değiştirilebilir" durumuna dönüşüyor.
"Mao'ya göre, Çin bağımsız demokratik. bir devlet değil,
feodal baskı altında yaşayan yarı-sömürge ve yarı-feodal bir ülkeydi.
Dış ilişkilerinde milli bağımsızlıktan yoksundu, emperyalist boyunduruğu
altında bulunuyordu, bu yüzden Çin'de ne yararlanılması mümkün bir
parlamento, ne de işçilere legal mücadele imkanını veren bir kanun
vardı. Çin'deki devrimci mücadelenin esas biçimini ve esas örgütlenme
ilkesini Çin'in bu özellikleri belirliyordu (...) nedenle Mao'nun sadece
bu özellikler için bir anlam taşıyan "iktidar tüfeğin ucundadır" ya da
"dünya ancak tüfekle değiştirilebilir" gibi sözlerinde evrensel
geçerliliğe sahip bir taktik ya da stratejinin unsurlarını görmek büyük
bir hata olur. Bu anlamda "Çin'de dünyanın ancak tüfekle
değiştirilmesinin mümkün olduğu söylenebilirdi'." (Kenan Somer, "Devrim
Teorisi ve Yeni Demokrasi", Emek, Sayı: 6)
Mao Tse Tung'un Marksizme katkısına geçmeden şunu öncelikle belirtelim.
Somer'e göre Çin'de legal mücadele imkanını veren bir parlamento
ve de kanun olmadığı için, Mao böyle bir yola, başka bir alternatif
olmadığı için başvurmuştur. Bu nedenle "iktidar tüfeğin ucundadır" sözü
evrensel bir nitelik taşımamaktadır.
Bu sözlerin bir değişik yorumu şu olmaktadır; "eğer Çin'de legal
mücadele imkanı mevcut olsaydı, örneğin parlamento ve kanunlar olsaydı
iktidar barışçı bir yolun sonunda" olabilirdi. Geçen yazımızda ve bu
yazımızın iki ve üçüncü bölümlerinde böyle bir yorumun Marksist bilime
aykırı olduğunu ortaya koyduğumuz için, burada tekrar bu açıklığa
kavuşmuş sorun üzerinde durmak gereksiz olur. Fakat bir başka biçimde bu
söz üzerinde biraz durmak gerekiyor.
Biraz dikkat edersek, Somer'in bu sözünün, Güney Amerika'daki
devrimci mücadelelerin gizli bir inkarını içerdiğini görüyoruz. Öyle ya,
yüzelli yıldır görünüşte de olsa bağımsızdır, Güney Amerika ülkeleri.
Onbeş milyona yakını sendikalarda örgütlenmiş yüz milyon küsür işçi
vardır. Bu ülkelerde ve bu ülkelerin bir kısmında devrimcilere legal
mücadele etme imkanını veren kanunlar ve parlamentolar vardır. (Var olan
demokrasi, elbette Filipin tipidir. Ancak Emek'ci yazarın "Çin'de de
olsaydı" dediği demokrasiden kastettiğinin bu tip bir demokrasi olduğu
sonucuna varıyoruz. Çünkü sanayi devriminden geçmemiş, emperyalizmin
kontrol alanı içinde yer alan bir ülkede ancak "Filipin tipi bir
demokrasi" mevcut olabilir).
Hadi Çin neyse, Çin'e "silahlı emperyalizm" girmişti. Bu nedenle
Çinliler mecburen silahlara sarıldılar. Fakat legal mücadele etme
imkanını veren parlamento ve kanunlara sahip Güney Amerikalı Devrimciler
neden silahlı mücadele yolunu tercih ediyorlar? Örneğin, devrimcilere
legal mücadele imkanını tanıyan parlamento ve kanunlara sahip ve de
Marksist bir partinin eylem yaptığı Venezüella'da Douglas Bravo'nun zoru
ne? Niye Falkon'da silahlı mücadeleyi sürdürüyor? Pekala parlamenter
yoldan sosyalizm mücadelesi yapabilirdi. Ve de birgün oyların %51'ini
alıp iktidarı ele geçirebilir, sonra da anti-emperyalist mücadeleyi
sürdürebilirdi, değil mi Bay Somer? Aptalca mı ölüyor dersiniz Falkon'da
emperyalizmin uşaklarının kurşunlarına hedef olan işçi, köylü, öğrenci
gerillalar?.. Neyse...
Mao'nun "iktidar tüfeğin ucundadır" veya "dünya ancak tüfekle
değiştirilebilir" sözleri ve bunun doğal sonucu olan "Halk Savaşları"
yalnız Çin için mi geçerlidir? Lin Piao'nun cevabı açık ve kesindir,
"Mao Tse-Tung arkadaşın halk savaşı teorisi, sadece Çin devriminin
değil, aynı zamanda çağımızın da niteliğini taşımaktadır".
Mao Tse-Tung, can çekişen, bu nedenle savaş sanayiine dört elle
sarılan tekel kapitalizminin çelişmelerinin ve bu genel çelişmelerin
Çin'e yansıması olan Çin'in özel çelişmelerinin diyalektik tahlilini
yaparak, Leninizmin evrensel tezini, bu sözlerle dile getirmiş oluyordu,
Lin Piao'ya göre.
Mao'ya göre, Lenin'den bu yana kapitalizmin özünde bir değişim
olmamıştır. Ve bugün, nicelik değişimlerine uğramış olan kapitalizm,
III. Buhran döneminde can çekişmektedir. Kapitalizm değişen şartlar
karşısında (Lenin'den bu yana) bekasının devamı için tek çıkar yol olan
militarizmi, "savaş ekonomisi"ni görmektedir. Emperyalistler arası
çelişkiler yumuşamış ve uzlaşabilir hale gelmiştir bugün. Ve Amerikan
emperyalizmi, kurtuluş mücadelesi veren ülkelere ve sosyalist bloğa
karşı, dünya kapitalist bloğunun jandarması rolünü üstlenmiştir.
Bu nedenle, "dünya tüfekle değişebilir", "militarizmine sımsıkı
yapışmış olan kapitalizm ancak şiddetle alaşağı edilebilir" Mao'ya göre.
Emperyalizm, Mao'nun özellikle belirttiği gibi, yalnızca kaba
yoldan silahla bir ülkeye girmez. Bugün emperyalizm çok daha akıllı
yöntemler kullanmaktadır; özellikle işbirlikçileri ile ülkeyi gerici bir
parlamentarizmle yönetmekte, böylece ezilen halk kitlelerinden
kendisini gizleyerek sömürü mekanizmasını rahatlıkla sürdürebilmektedir.
Devrimciler için emperyalizmin bir ülkeyi, Çin'deki gibi açıkça işgal etmesi, gizli bir işgalden çok daha avantajlıdır.
İşte, Somer'in tahrifatına dayanak aramak için ileri sürdüğü
Stalin'in sözlerini bu açıdan yorumlamak gerekir. Stalin; "Çin'de
silahlı devrim, silahlı karşı-devrimle savaşıyor, Çin devriminin
özelliklerinden ve avantajlarından birisi de işte budur" demektedir.
Çin devriminin avantajı buradadır, çünkü, düşman halk tarafından
somut olarak görülmekte ve anlaşılmaktadır. Bu nedenle halkın
bilinçlenmesi ve devrimci saflara katılması o denli hızlı olmaktadır.
Oysa bugün, Çin, Vietnam devrimlerinden gereken dersi almış olan
emperyalizm yaşaması için ezilen halk kitlelerinden kendisini gizlemesi
gerektiğini biliyor ve yüzde yüz çıkarları tehlikeye düşmeden, artık
açıkça hiçbir ülkeye müdahalede bulunmuyor.
Çağdaş Marksistlere göre, Marksist-Leninist ihtilâl teorisi, son
derece açık bir biçimde, Mao'nun "iktidar tüfeğin ucundadır" veya "dünya
ancak tüfekle değişebilir" sözünde ifade bulmaktadır. Mao'ya göre bu
söz, yalnız emperyalizmin boyunduruğu altındaki ülkeler için değil,
bütün burjuva diktatoryasının var olduğu ülkeler için de geçerlidir ve
genel bir kuraldır.
"Bazı kapitalist ülkelerde, burjuvazinin temel çıkarlarını
tehlikeye sokmamak şartıyla komünist partilerinin kurulmalarına kanunla
izin verilmiştir. Bu sınırı aştı mı hukuken var olamazlar." (Mao Tse
Tung, Teori ve Pratik, sayfa: 80, Sol Yayınlar)
- V -
Yazımızın başından beri belirttiğimiz gibi "savaşçı veya barışçı yol" Marksizmin meselesi değildir. "Savaş veya barış ikilemi, Marksistlerin değil, revizyonistlerin meselesidir".
Marksizmin ustalarına göre, ister parlamenter eylem içinde olsun,
ister olmasın, Marksist bir partinin kudreti ancak belli bir noktaya
kadar çıkar, ondan sonra partinin gücü donmuştur. Hatta partinin
pasifliği nedeni ile yığınlar partiden uzaklaşabilir. Bu nedenle
parlamenter eylem içinde bulunan bir Marksist parti, hiç bir zaman
oyların çoğunluğunu alamaz dersek, herhalde kehanette bulunmuş olmayız.
Marksistler bu gerçeği bildikleri için öyle "barışçı geçiş",
"oyların %51"i vb. ile kafa yormazlar. Marksistler için tek şey
önemlidir; konjonktürün, yani belirli bir toplumda, tarihin belirli bir
anında, sınıflar ve güçler ilişkisinin kendileri için elverişli olup
olmamasıdır.
Marksist literatürde son derece önemli olan bu kavram üzerinde,
soruna -tartışmamıza- nihai düğümü atacağı için biraz durmak gerekiyor.
Bay Somer'in, Emek dergisinin beşinci sayısındaki "Marksist
İlkeleri Nerede Bulacağız" çevirisinde, yazının sahibi ünlü Marksist
düşünür Louis Althusser tarafından Lenin'in bu kavramının, Marksistler
için ne kadar önemli olduğu belirtilmektedir.
Althusser; "Ve eğer Marx ve Engels'ten sonra meydana gelmiş en
büyük teorik olayların izi bulunmak istenirse, bunları Lenin'in teorik
metinlerinden çok siyasi metinlerinde aramak gerekir. Lenin'in en derin
ve en verimli teorik bulguları, herşeyden önce, siyasi metinlerde yani
onun siyasi pratiğinin 'özetini' teşkil eden şey içinde saklıdır. Sadece
bir tek örnek vermiş olmak için, şunu söyleyelim; Lenin'in siyasi
metinleri (durumun ve durumdaki değişmelerin tahlilleri, alınan kararlar
ve bunların sonuçlarının tahlilleri vb.) göz kamaştırıcı bir ısrarla,
bize son derece önemli teorik bir kavram verir, 'aktüel uğrak' ya da
'konjonktür' kavramı. Lenin'in Marksist bir partinin eylemi içinde bu
partinin mücadelesini yönelmek için üretmiş bulunduğu bu kavram (ya da
ilke), sadece tarihi materyalizm için değil (...) diyalektik materyalizm
için de temel bir Marksist ilkedir... Bu ilkenin Lenin'in siyasi
yapıtlarından çıkartılması düşünülmeksizin pratik durumda kaldığı da
maalesef bir başka gerçektir. Teorik bir hazine şuracıkta, el altında,
Lenin'in siyasi yapıtlarında gizliydi ama kimse 'keşfedemedi' bu
hazineyi ve kısır kaldı" demektedir.
Althusser, görüldüğü gibi bu kavranın Marksizm-Leninizm için bir hazine olduğunu söylemektedir.
Tabii, siz Bay Somer, bu çevirinizden bir şey anlamadınız. Eğer
anlasaydınız yaptığınız tahrifatın anlaşılacağını düşünerek, Lenin'in
taktik ve şiarlarını Lenin'i Dühring'in düzeyine indirgeyen bir biçimde
yorumlamaktan kaçınırdınız. Bu "konjonktür" kavramının ne anlama
geldiğini merak edip araştırsaydınız "barışçı ve savaşçı yol" ikileminin
Marksizme ait olmadığını görürdünüz.
Kısaca özetlersek, "politik konjonktür" veya "aktüel uğrak"
kavramı "belli bir toplumda, tarihin belli bir anında o toplumdaki
sınıflar ve güçler arasındaki kuvvet dengesinin objektif durumu"
anlamına gelir.
Bir örnekle bu kavramı iyice somutlaştıralım. Örneğin, Fransa'nın
bugünkü iktisadi gelişme düzeyi (objektif şartları) bir proletarya
devrimi için olanaklıdır. Ancak Lenin'in "ihtilâlci bunalım" diye
belirttiği bir kriz olmadan, bu ülkede proletarya devriminin olabilmesi
olanaksızdır. (Subjektif şartların hazır olması gerekir). Ve 1968
Mayıs'ına kadar, Fransa'da proletarya devrimi için uygun bir ortam
yoktu. Fakat 1968 Mayıs'ında, spontane olarak başlayan ve anarşist John
Bendit'in geliştirdiği öğrenci hareketleri bir anda on milyon işçiyi
sokağa döktü; işçiler fabrikaları işgal ettiler, kızıl bayraklar astılar
v.b.
İşte "Aktüel uğrak" Lenin'in ünlü kavramı.
Bilindiği gibi, ani bir kıvılcım, sübjektif şartları oluşturdu ve
Fransa'yı devrimin eşiğine getirip bıraktı. Fakat Fransız Marksist
partisi, böyle bir uğrağın bir daha hiç gelmemezcesine -kısa zaman
dilimi içinde- gidişine seyirci kaldı; pasif kaldı.
Partinin pasifliğinin bir sonucu olarak, ayaklanan, fabrikaları
işgal eden işçi kitlelerinin umutları hayal kırıklığına dönüşürken, De
Gaulle iktidarı da içinde bulunduğu panikten kurtularak, yığınların bu
hayal kırıklığından yararlanarak duruma hakim oldu.
İşte bu pasif tavır, Marksist ustalara göre, gerçekte, eylem için
yeteneksizliğin ve de korkaklığın maskesidir. Yine Marksist ustalara
göre, devrimcilerle oportünistleri ayıran temel kriter, nihai olarak
"devrim yapmaya", "harekete geçmeye" cesaret edip etmemede
düğümlenmektedir. Lin Piao bunu açıkça belirtmektedir. "Son çözümlemede
mesele devrim yapmaya cesaret edip etmeme meselesidir. Bu gerçek
devrimcileri ve Marksist-Leninistleri, sahtelerinden ayırt eden en
şaşmaz mihenk taşıdır."
- VI -
Bu yazımız 5 bölümden ibaretti. Fakat bu arada Emek dergisinin 7. sayısı çıktı. Bu sayıdaki "Devrim Nasıl Tanımlanmalı" yazısında Bay Somer, gerçek niteliğini, kemkümlerinin ötesinde, tartışma götürmez bir biçimde ortaya koymaktadır.
Baştan beri eleştirdiğimiz Somer revizyonizmine, Somer'in bu yazıdaki sözleri, en mükemmel ve tartışma kabul etmez kanıtlardır.
Somer, baştan beri gizli gizli sergilemeye çalıştığı
revizyonizmini, bu yazıda gizlemeye lüzum bile görmeden açıkça ilan
etmektedir.
Bunu okuyucuya yansıtabilmek için yazımıza yeni bir bölüm (VI) ilave etmek gereğini duyduk.
Bay Somer; "Sosyalist devrimin barışçı yoldan gerçekleştirilmesi
düşüncesi ise siyasi devrimin sosyalizmin zorunlu bir şartı olduğu, ama
bu devrimin ihtilâlci olmayan, barışçı 'demokratik' yoldan başarı
sağlamasının mümkün bulunduğu görüşüne dayanır" demektedir, Emek
dergisinin 7. sayısında (düz yazılar bize aittir).
Bay Somer'in sözlerine dikkat!
"... Ama bu devrimin, ihtilâlci olmayan, barışçı 'demokratik yol'dan"
Soruna dışardan bakan bir kişinin bile açıkça görebileceği gibi,
bu ifadede, sosyalist ihtilâlle, demokratiklik kavramı zıtlaştırılmış ve
karşı karşıya getirilmiştir.
Böyle bir ifadenin ise anlamı açıktır:
- a) Sosyalist ihtilâl, anti-demokratik bir yol olarak kabul edilmektedir. Ve ihtilâl alelade bir hükümet darbesi ile özdeşleştirilmektedir. Demokratik yol olarak da sosyalistlere parlamento ve oyların % 51'i gösterilmektedir.
- b) Lenin, Stalin, Mao Tse Tung, Ho Chi Minh, Giap, Lin Piao, Fidel Castro, Che Guevera vb. gibi bütün proletarya ihtilâlcileri anti-demokratik yoldan işbaşına gelmiş "darbeciler" gibi kabul edilmektedir. (ifadeye göre)
Meseleye noktayı koyabilmek için, objektif bir tavırla, burada iki
karşıt düşüncenin (Marksist-Leninist düşünce ile revizyonist düşüncenin)
sosyalist ihtilâle ilişkin görüşlerini belirtmemiz gerekir.
Marksist görüş, sosyalist ihtilâli gerçek anlamda demokratik [8*]
bir yol olarak kabul eder. Marksist-Leninist ihtilâl teorisinin
teorisyeni Lenin, sosyalizme siyasi demokrasinin dışında başka bir
yoldan varmanın imkansız olduğunu ve siyasi demokrasi dışında başka bir
yoldan sosyalizme varılabileceğini zannedenlerin anarşistler olduğunu
belirterek, emekçi halkın desteği olmadan bir devrimin
düşünülemeyeceğini açıkça söylemektedir.
"Ancak, halka inanan, halkın yaratıcı dehasının canlı pınarına
dalan galip gelebilir" diyen Lenin'e göre sosyalist ihtilâl yolu,
demokratik bir yoldur. Ve Lenin, sosyalist ihtilâl yolunu, en demokratik
ilişkiler içinde, yığınların bağımsız iradelerinin tezahürü olarak
tanımlar.
Revizyonist görüş ise, sosyalist ihtilâl yolunu anti-demokratik
bir yol olarak görür. Revizyonist düşüncede, Marksist görüşe göre
temelde burjuva zorlayışının bir ifade biçiminden başka bir şey olmayan
hukuki biçimler ve parlamento esastır. Revizyonistler demokratik yol
olarak niteledikleri bu yoldan yeni burjuva hukuki biçimleriyle,
parlamentoculukla sosyalizme dönüşünü savunurlar.
Barışçı yol = parlamenter yol = demokratik yol; barışçı olmayan
yol = ihtilâlci yol = anti-demokratik yol (ölçü burjuva parlamentarizmi)
diyen Bay Somer'in ise hangi tarafın mensubu olduğu açıktır.
Ancak biz Bay Somer'in revizyonizmini eleştirirken, onun
revizyonist oluşunu değil de Lenin'in, Mao'nun eserlerini tahrif ederek,
revizyonizmini bu eserlerle sergilemeye çalışmasını eleştiriyoruz.
Revizyonistler hep bu tahrif yöntemini kullanırlar. Bu yöntemi
ilginç bir biçimde kullanırlar. Bir yandan Marksizmin ana metinlerini
tahrif ederek, diğer yandan da, revizyonizmi açıkça tescil edilmiş ünlü
revizyonistleri, "revizyonist" diye suçlayarak, aynı revizyonist
düşünceyi savunurlar.
Somer de bu klasik yöntemi kullanmaktadır.
Sosyalist devrimi (ihtilâli) anti-demokratik yol olarak ilan eden
sözlerini, Bernstein revizyonizmine şiddetle çatıp, sonra Kautsky'e
dönüp, onun da şikeden Bernstein'ı en sert biçimde eleştirdiğini, fakat
nihai olarak aynı sözleri söylediğini, "kapitalizmin sosyalizme barışçı
entegrasyonunun oportünizm" olduğunu belirterek "aslında devrimci
sosyalistlerle oportünistler arasındaki temel farklılık siyasi devrim
karşısındaki tutumlarıdır" cümlesiyle bu bölümünü bitirdiği yazısında
söylemektedir, Bay Somer.
Böylece Kautsky'i açıklarken kendi taktiğini de açıklamış oluyor,
Bay Somer. Bilindiği gibi Kautsky, anarşizme ve revizyonizme karşı çok
sert eleştiriler yöneltmiştir. Fakat nihai olarak revizyonizmin akıllı
bir savunmasından başka bir şey yapmamış ve gayet ustalıkla "devrimci
Marksist teori"yi revizyonizmle küllemeye çalışmıştır.
Kautsky'nin yöntemi açıktır; Marksizmin binasını temele kadar son
derece tutarlı bir biçimde açıklayan "Kautsky anlatımı", temelin
analizine gelince birden değişir ve devrimci Marksist dil, yerini
revizyonizmin kuş diline bırakır. Ve bina revizyonist temelin üzerinde
yükselir Kautsky yönteminde. (tabii bütün bu sözler Kautsky'nin
oportünist dönemine ilişkindir).
Ve Kautsky'den yarım asır sonra bir Kautsky çömezi sahnede;
"Bernstein ve Kautsky Marksizme ihanet etmişlerdir", "sosyalizmin
kapitalizmle barışçı entegrasyonu oportünizmdir", "aslında devrimci
sosyalistlerle oportünistler arasındaki temel farklılık, siyasi devrim
karşısındaki tutumlarıdır" doğru önermeleri binayı devrimci bir dille
tasvir eder. Somer "sosyalist ihtilâli anti-demokratik bir yol" ilan
ederek, bu binayı revizyonizmin temeli üzerine oturtmaktadır.
Nihayet Emek Dergisi baklayı ağzından çıkardı. Öyle ya,
Marksizmin ana eserlerini tahrif ederek, Marksizm için hiç bir şeyi
ifade etmeyen "savaşçı-barışçı yol" ikilemine ilişkin iki aydır yapılan
neşriyat neydi?
Meğer Emek fraksiyonunun bir maruzatı varmış.
Dipnotlar
[1*] "Devlet ve İhtilâl", sf. 158, Lenin, Bilim ve Sosyalizm Yayınları.
[2*] "Ekim Dersleri", sf. 56, Troçki, Ser Yayınları, (büyük harfterı biz yazdık.)
[3*] 'Ekim Dersleri", sf. 40, Troçki, Ser Yayınlan, (büyük harfleri biz yazdık.)
[4*] "Lenin, Hayatı ve Eserleri", Henri Lefebvre, Anadolu Yayınları
[6*] Stalin, "Silahı Sosyalist" İsaac Deutscher, sf. 233.
[7*] "Lenin, Hayatı ve Eserleri" Henri Lefebvre, sf. 124, Anadolu Yayınları.
[8*] Sınıflı toplumun bir kavramı olan "demokrasi"yi burada, "emekçilerin iradelerinin serbest tezahürü" olarak kullanıyoruz.
Yorumlar
Yorum Gönder